24 Kasım 2016 Perşembe

Duaların Kabul Olmuyorsa...


İşim gereği bir çok insanla iletişim halindeyim. Herkesin etkili, daha etkili, en etkili, mucizevi dualar peşinde olduğunu görüyorum.

Gerçekten de dualar ilaç gibi. Birine iyi gelen bir duadan diğerinin çok fayda görmemesi mümkün. Ancak, öncelikle mevcut durumun gerçekten böyle olup olmadığını tespit etmek önemli. Okuduğumuz duanın doğruluğunu sorgulamadan önce “biz  ne kadar doğruyuz”a bir bakmak gerek sanıyorum. Özeleştiri yapmadan o duadan bu duaya koşmanın sonuç vermeyeceğini söylemek mümkün.

İnsan yapısı gereği kendisine yeterince objektif yaklaşamayabiliyor. Ego hemen devreye girip bahaneler sunmaya başlıyor, savunmaya geçiyor. İyi niyetle başladığımız kendimizi sorgulama, özeleştiri yapma işinden “ben haklıyım, kim olsa böyle yapar” diyerek, hiçbir sonuç alamadan, yanlışlarımızı bulup düzeltemeden çıkıyoruz ne yazık ki…

Gerçekten bir şeyleri düzeltmek niyetinde olanların, egolarını bir kenara bırakıp aşağıda yazılanlar üzerinde biraz düşünmelerini tavsiye ediyorum. Konuyu detaylı olarak irdeleyebilmek adına her yazımda başka bir -olası- hatamızı mercek altına almanın daha uygun olacağını düşündüm. İşte ilk –olası- hatamız :

Kul Hakkı Yemek

Bilerek ya da farkında olmadan kul hakkına girebilecek yanlışlar yapıyor olabilir miyim?

Bu o kadar hassas, o kadar ince düşünülmesi gereken bir durum ki… Günlük hayatta, alışverişlerimizde, arkadaşlarımızla, akrabalarımızla ilişkilerimizde, iş hayatımızda, kısacası yaşamımızın her alanında çok ama çok dikkatli olmamızı gerektiren bir konu.

Hepimizin hayatı, insanlar ilişkileri, içinde bulunduğumuz ekonomik koşullara, sosyal hayatın öğrettiklerine,  toplumun değer yargılarına, çevremizin beklentilerine göre şekillenir. Günümüzde, “en az vererek en güzel, en iyi şeylere sahip olma düşüncesi” neredeyse bir yaşam biçimi, yaşam felsefesi haline gelmiştir.

Tüketimin özendirildiği, tüketme arzusunun çoktan ihtiyaçların önüne geçtiği, herkesin kendi çıkarları uğruna birbirini manipüle etmeye çalıştığı bir dünyada dengeyi bulmak giderek zorlaşmaktadır.

Artık sıradanlaşmış, rutin hale gelmiş birçok davranışımız, düşüncemiz  “kul hakkı yeme”yi içselleştirerek, normalleştirmeye çalıştığımızın bir göstergesidir.

Özellikle işveren, yönetici gibi başkalarına istihdam yaratıp, onların hizmetlerini yöneten meslek gruplarındakilerin bu konuda hata yapmaya çok daha açık oldukları bir gerçektir. Kişinin emeğinin karşılığının verilmemesi (ekonomik krizler ve işverenin üzerine yüklenen maddi yükümlülüklerin ağırlığı yüzünden uygulamak zorunda olduğu ücret politikalardan bahsetmiyorum), içinde bulunduğu zor şartlardan dolayı daha aza razı edilmesi kul hakkı yemekten başka bir şey değildir. Ancak bu durum çalışana işini savsaklamak, sadece mesai doldurarak yapması gerekenleri layıkıyla yerine getirmemek hakkı vermez. Bu davranış şekli de “kul hakkı yemek” olur. Herkes kendi yaptıklarından sorumludur.

Doktor, hayatını, sağlığını kendisine emanet eden hastasıyla yeterince ilgilenmiyor, kendisini geliştirip yeni tedavi yöntemlerini araştırmıyorsa,  yapabileceğinin en iyisini yapmıyorsa kul hakkı yemiş sayılır.

Öğretmen çocuklara ihtiyaçları olan bilgileri vermiyor, objektif bir bakış açısıyla onları eğitmiyorsa, avukat müvekkillerinden fahiş ücretler talep ediyorsa, ayakkabıcı kalitesiz bir ayakkabıyı ederinin çok üzerinde bir fiyata satıyor, bakkal son kullanma tarihi geçmiş ürünleri bilerek pazarlamaya çalışıyorsa, ev temizleyerek geçimini sağlayan bir kadın hijyen kurallarına uymuyorsa, bu kadını çalıştıran ev sahibi ona gerçek emeğinin karşılığını vermiyor, onu köle gibi çalıştırıyorsa, üniversite öğrencisi ailesinin imkanlarıyla derslerine çalışmak yerine başka şeylere zaman harcıyorsa, ev kadını eşinin kazandığını sorumsuzca harcıyor, israf ediyorsa, oy vererek kendinizi temsil etmesi için görevlendirdikleriniz bu görevi kendi çıkarları adına kullanıyor, sizin insanca yaşamanız için çalışmıyorsa, yıllarınızı verdiğiniz, üzerine titrediğiniz sevgiliniz sizi aldatıyorsa kul hakkı yemektedir.

Danışman olarak görevlendirdiğiniz kimselere emeğinin karşılığını ödemekten kaçınıyorsanız (bu çok rastlanan bir durum, bilgiye para vermek nedense zor geliyor insanımıza, oysa o insan da o bilgiye ulaşmak için nakit ve vakit harcamış olup geçimini bu işten sağlamaktadır), bir esnafı malını zararına ya da olması gereken fiyatın çok altına satmaya zorluyorsanız, arkadaşınızdan aldığınız borcu söz verdiğiniz tarihte ödemiyorsanız, insanların arkasından konuşuyor dedikodu yapıyorsanız, işinizi daha iyi yapabileceğiniz halde bilerek yapmıyorsanız, görevinizi kendi çıkarlarınız için başkalarının zararına kullanıyorsanız,başka birinin durdurduğu taksiye atlıyor, otobüse-metroya vs binerken sizden önce gelenleri itip kakarak öne geçiyorsanız,  trafikte manevra yaparak karşı tarafın geçiş hakkına tecavüz ediyorsanız… Kısacası kendinize yapılmasını istemediğiz her fiiliniz kul hakkına girebilir aman dikkat!

Bu örnekleri uzatarak üç ciltlik bir kitap yazabilir ama ne demek istediğimi biraz olsun anlatabildim sanıyorum.

Özet olarak “ben kesinlikle kul hakkı yemiyorum, yemem” demek yerine, insanlarla etkileşim içinde olmayı gerektiren her konuda “böyle yaparsam kul hakkı yemiş olur muyum” diye düşünmekte yarar görüyorum.

Yolunuz adil, yolunuz aydın olsun…
Lena
Bir kimseden haksız olarak alınan bir kuruşu, sahibine geri vermek, yüzlerle lira sadakadan kat kat daha sevaptır. Bir kimse, Peygamberlerin yaptığı ibadetleri yapsa, fakat, üzerinde başkasının bir kuruş hakkı bulunsa, bu bir kuruşu ödemedikçe, Cennete giremez. (Mektubat-ı Rabbani c.2, m.66, 87)

Kıyamet günü, hak sahibi, hakkından vazgeçmezse, bir dank [yarım gram gümüş] hak için, cemaat ile kılınmış, kabul olmuş yediyüz namazı alınıp, hak sahibine verilecektir. (Dürr-ül Muhtar)

Kul hakkını, Allahü teâlânın hakkından önce ödemek gerekir. Kul hakkı olan günahların affı güç ve azapları daha şiddetlidir. Başkasının hakkını yiyen, hak sahipleri ile helalleşmedikçe affa uğramaz. Yani üzerinde kul veya hayvan hakkı bulunanı Allahü teâlâ affetmez ve bunlar Cehenneme girip, cezalarını çekeceklerdir. (Hadika)

Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Müflis, şu kimsedir ki, kıyamette, defterinde pek çok namaz, oruç ve zekat sevabı bulunur. Fakat, bazılarına çeşitli yönden zararı dokunmuştur. Sevapları, bu hak sahiplerine dağıtılır. Hakları ödenmeden önce sevapları biterse, hak sahiplerinin günahları, bunun üzerine yükletilip Cehenneme atılır.) [Müslim]


(Kibri, hıyaneti ve kul borcu olmayan mümin, Cennete girer.)[Nesai]

Üzerinde kul hakkı bulunanların ruhları Cennete girmez. Salihlerin ruhları kabirlerine gelerek, cesetlerini ziyaret ederler. Vefat eden müminlerin ruhları gelip, dünyada tanıdıklarını sorarlar. (Feraid-ül-fevaid)



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder